25 Eylül 2011 Pazar

Haymatlos’ta Normale Doğru

23 Eylül Cuma günü Haymatlos’da çaldık. Cümbüş Cemaat için güzel bir gün oldu. Önce Kadıköy sokak şenliğinde neşeli Kadıköylülere çaldık. Göbekler atıldı. Yüzler güldü. İnsanları güldürmek pek şahane bir şey a dostlar. Hepinize tavsiye ederim. Gülelim güldürelim.

Sonra Haymatlos’a geçtik. Ve soundcheck de bizi güldürdü. Teşekkür ederiz.

Haymatlos ses sistemini yenilemiş. Yeni ve bence oldukça yeterli bir mikser alınmış. Sahne içindeki gereksiz detaylar temizlenip sahne genişletilmiş. Monitörler yeniden bağlanmış. Sanırım yedi monitör vardı ve birbirlerinden bağımsızlardı. (İşte biz garipler öyle bir haldeyiz ki artık, normal olanı, standart olarak zaten olması gerekeni bulduğumuzda sevinir, havalara uçar olduk.) Monitörlerle ilgili tek problem çok kısıtlı bir tonlama imkanı sunması ve genelde tiz karakterli bir ses vermesi. Bununla da bir an önce ilgilenirlerse pek şahane bir sahneleri olacak. Sahne önünde dinleyicilere dönük iki subbas (sahnenin iki yanında yerde), sahnenin üzerinde tavana asılı iki de kolon var. Çok güçlü kolonlar fakat mekan uzun boylu bir dikdörtgen olduğundan iki problem ortaya çıkıyor. Birincisi mekanın sahneden uzak uçunda ses çok zayıf ve tiz. İkincisi ise oradan sahneye doğru yürümeye başladıkça sound* değişiyor. Mekanın ortasına ulaşmadan bir yerlerde bas tiz tam dengeli. O noktayı geçtikten sonra sahneye kadar olan kısımda ise bas karakter daha baskın. Sanırım konser salonunun arkasına da iki kolon eklenmeli. Tabi bu kolonların ve sahnenin üstündekilerin doğru açılarla yerleştirilmeleri de gerekir. Bir bilene sorsunlar. Salon dolduğunda bas karakterin baskın olduğu kısımdaki sound oldukça iyiydi aslında. İnsanlar subları yalıtınca en azından o bölümde dinlenebilir bir sound oldu. Ama bunun sağlıklı olduğunu sanmıyorum. Bir çare bulmaları gerek. Bir de mikrofonları dandik be hacı. Daha iyi mikrofonlar almaları lazım gelir gibi.

İki konser arasında bu kadar çok iyileşmenin olması bizi sevindirdi. Bizi tonlayan sabırlı insana da bol teşekkür. İşine özenen insan candır. Sahne içindeki duyum pek iyi değildi ama zaten bizim yüzümüzden çorbaya döndü. Kimsenin kabahati yok. Yine de fena değildi. Hatta defin küçük datlı zillerini duymak heyecan yarattı. İçimiz sevinçle doldu. Cıvıl cıvıl olduk.

Haymatlos olması gerekene doğru güzel adımlar atmış. Teşekkür ederiz. Hem kendi adımıza hem de bizi dinlemeye gelip mutlu olan insanlar adına.

*Sound yerine hala bir şey öneren olmadı. ne desek ya?

20 Eylül 2011 Salı

Kabahatin Çoğu

Bugün Cemil beyle telefonla konuştuk biraz. Konumuz genel olarak son yazdığım Araf şikayetnamesiydi. Bu konuşma netliğe kavuşturmam gereken bazı hususlar olduğunu fark ettirdi bana. En önemlisi de bu müzisyen parçalayan çarkın kabahatini üleştirmem gerektiğini düşündüm. Ve tabi ki kabahatin çoğu bizde müzisyen kardeşler.

Müziğin kalitesi çok teknik bir mevzudur. Bu mevzunun müzisyenin seviyesiyle ilgili bir boyutu olduğu gibi, müzik yapılan yerin bu işe uygunluk düzeyi gibi bir boyutu da vardır. Bunlar birbirinden bağımsız değil. Biri diğerinden daha önemli de değil. Farkına varılması gereken nokta şu: Teknik olarak yetersiz bir müzisyen çok şahane şartlar altında çalınca bir virtüoze dönüşmez fakat iyi bir müzisyen kötü şartlar altında boku yiyebilir. Ve bunun en kötü tarafı neticede bu iyi müzisyenin severek yaptığı müzikten tiksinmesidir. Örnekleri var. İnsanın içinde nice duygular çoşturabilecekken, oturup evinde tıngırdatan fevkalade insanlar biliyoruz.

Şimdi mekan işletmeciliğinin doğasında masraftan kısmak var. Ortalama olarak bu işin bir parçası bu. E bu bir çok şeye olduğu gibi her daim teknik gereksinimlere de yansıyor, sahne de bundan nasibini alıyor. İşletmecinin başka türlü davranması çok nadir bir durum. Her yıl 15-20 bin lirayı ses iyileştirmesine ayıran mekanlar da var, isim verip reklam yapmak olmaz. Bir gün olur da oralarda da çalabilirsek (hali hazırda çaldığımız ses sistemleri yapabileceklerimizi sergilememize fırsat verirlerse) onları da yazarım. Şimdi bu gibi mekanların sahipleri müzikle doğrudan iç içe olan insanlar oluyorlar ya da en azından yaptıkları işin kalbinde bunun durduğunun (teknik olarak konuşacak olursak, müziğin manipülatif ve güdüleyici etkisinin) farkında olan insanlar. Ne mutlu onlara. Ama bir müzisyenin bakış açısından kabul görmüş olan genel kanı bütün mekanlardan aynı teknik kaliteyi beklemenin aptallık olduğu. İşte o yüzden kabahatin çoğu bizde, müzisyenlerde.

Biz ‘amatör’ müzisyenlerin dinleyicilerinin önemli bir kısmı felekten bir gece çalmaya çıkmış insanlar. Teknik anlamda müziğin o kadar farkında insanlar değiller. Mevzuları o değil çünkü. Şimdi kimisi var ona salınmasını sağlayacak kadar bir ritim gelse yetiyor zaten. Yani keşke öyle olmasa ama öyle. Aralarında bazı iyi müzik dinleyicileri var. Onlar mevzuları o olmasa bile ‘bi dakka lan burada bir problem var’ diye bir irkiliyorlar, sonra bir bira daha almaya bara gidiyorlar. Bir de müzikle uğraşanlar var, bunlar da aşk-meşk oranına bağlı olarak durumun farkında olan insanlar. Bunlardan bir kere dinleyip bir daha gelmeyenleri var. ‘Hacı güzel çalıyonuz da orada müzik dinlenmiyor be.’ diyenler var.’ Ya da ‘hacı buranın soundu iğrenç ama başka yerde çalmıyonuz ki gelelim, napalım buraya geliyoz.’ diyerek her hafta gelenler var. Onlar da bir acaip ha. Seviyoruz. Bir şekilde bu mevzuya dahil olmaları güzel olurdu. Ama olmuyorlar işte. Mizaç?

Biz müzisyenlere gelince çaycıda muhabbet ederken hepimiz en iyiyiz. Avcı muhabbetinden beter muhabbetimiz var valla hiç çekilmez. Hepimiz chick coreayız, hepimiz pacoyuz. Biz mesela kendimizi Gogol bordello zannediyorduk bi ara. Te allaam ya. Bir mekanla, bir organizasyonla anlaşmaya konuşmaya gelince ise liseli rock grubu psikolojisindeyiz arkadaş. Orada da yapsana chickliğini. Hani 32likler falan diyodun, kim duycak bu sistemle senin 32liği. Hüseyninin koması noldu? Mort. ‘Çalarız abim napalım? Buna da şükür. Hallederiz abi nolcak, olmadı bilmemneyi akustik yaparız, ben de biraz bağırırım.’ E hadi bakalım. Napcaz şimdi? İşte bunun adı çark. O adam masraftan kısmaya çalışıyor, diğeri iki bira içmeye gelmiş çok da lulu diyor. Bizimkisi de kader diyor. Olan müziğe oluyor. İki bira içmeye gelen daha iyisini pek sık görmediği için beklentisi değişmiyor. Sahıbısı o birayı zaten satıyor. İçki içenin beklentisini de, sahıbısının bu konudaki bilincini, bilgisini de belirleyebilecek olan tek kişi müzisyen. Bu üçgende teknik anlamda o işi bilen bir tek o var. O da kader demiş. Bir üst kademeye hiç kimse geçemiyor. Bir geçilse ne acayip güzel şeyler olacak kimsenin haberi yok. Bu misali başka bir yazımda vermiştim; tenceresiz, ateşsiz yemek yapan aşçılar var, birileri de ne hikmetse bu yemekleri yemek için para veriyorlar, lokantacı napsın?

Peki ben burada ne yapıyorum? Cemil bey benim müzisyenleri örgütlemeyi düşündüğüm gibi bir kanıya kapılmış. Ne haddime. Cemil bey içimdeki devrimciden biraz ürküyor galiba. Öyle bir niyetim yok, dahası öyle bir umudum, inancım yok. Yazdım tanıtım kısmında aslında. Madem bu iş böyle en azından bilgiyi paylaşalım. Doğan görünümlü şahinlere biniyoruz hepimiz. Bu çark yüzünden ne göründüğümüz gibi olabiliyoruz, ne de olduğumuz gibi görünebiliyoruz. Çaycıda paco, chick, performance hall’de düğün sound. Bir de performance hall falan yazınca oluyor muymuş arkadaş hemen öyle. Havalara bak te allaam. Bir hakkını verin önce. Neyse, ben de diyorum ki en azından bindiğimiz araç doğan mı şahin mi onu biliriz. Yani aslında burada elimden geleni ve bence üstüme düşeni yapıyorum. Hiç bulaşmamak olmaz. Çalmak istiyorum. Şartlar böyle diye evde takılamam. Kader de diyemiyorum çünkü daha iyisini gördüm, çok mümkün olduğunu biliyorum. Atla deve değil. Benim de aklıma bu geldi. İyiyi de kötüyü de anlatayım diyorum işte.

Aslında ideal bir dünyada bu konulardaki söz hakkı müzisyenin olmalı. Mantık bunu gerektiriyor. Müzik onun konusu. Tabi müzisyenin de kendini bilmesi elzem. Diyeceğim o ki hiç birimiz emeğimizin hakkını almıyoruz a dostlar. Az açın gözleri. Bir de daha az çay için be anacım.

Öf!! Ne sıkıcı bağladım.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Araf’ın basireti eşek basireti

Araf ile ilgili yazmak boynumun borcu. Niye? Çünkü orası benim için sıradan bir bar değil. Duygusal bağlar var, vefa borcu var. Bunların niye olduğunu anlatsam sayfalar sayfalar… Şimdi benim bulunduğum nokta şu Araf iyi ki var ama neden daha iyi olmasın?

Tahmin edileceği üzere sorun yine ses sistemi. Sahne içinden başlayalım. Mikrofon ayakları mesela, geçen perşembe bir baktım tam olarak sağlam olan 2 tane ayak vardı. Bir kısmı hafif hasarlardan muzdarip. Ama 2-3 tanesi gerçekten fecahat. Bir kere görsel olarak rezalet, her tarafı kırılmış ve bin farklı bantla (şeffaf/kahverengi koli bantları, değişik renklerde elektrik bantları) bantlanmış. Zar zor ayakta duruyorlar, istediğiniz noktada istediğiniz açıyla durması için bu ayakların bayağı bir uğraşılması gerekiyor. Çoğunlukla doğru pozisyonu bulup koli bandıyla sabitleme yöntemini izliyoruz. Mikrofonlar iyi gibi. Çok anladığım bir konu değil bu; araştırıyorum, öğreneceğim hayırlısıyla. 4 monitörü var Araf’ın, bunlar 2’li gruplara ayrılmış haldeler ve her ikili kendi içinde paralel. İkisi sahnenin sağında, ikisi de solunda tavana sabitlenmiş halde duruyorlar. Monitörden elde ettiğimiz ses hep aşırı tiz ve bu konuda yapılacak bir şey olmadığı söyleniyor bize yıllardır. (evet Araf’ta yaklaşık 4 yıldır çalıyoruz.) Monitörlerin açıları ise muhtemelen yanlış. Ses, çalanların bir kısmını teğet geçiyor. Bir de zaten mekan dolduğunda insan eti ve uğultusu öyle bir emiyor ki sesi, biz çalarken bir süre sonra sağırlaşıyoruz, birbirimizi duyamaz hale geliyoruz. Uzun süredir, mekanın boş olduğu ilk 15-20 dakika dışında eğlendiğimi, keyifle çaldığımı hatırlamıyorum. Bir noktadan sonra tuşelerimizi varsayımlar üzerine ayarlamaya başlıyoruz, metronomlarımız uyumsuzlaşıyor, birbirimizi takip edemiyoruz, nüanslar iptal oluyor. Yani müziği çalana meşk ettiren bütün detaylar yok oluyor. Dört nala koşturuyoruz. İzleyenler de diyor ki vay anam ne enerjik grupmuş bu Cümbüş Cemaat. Halbuki bitse de gitsek diye koşturuyoruz.

Araftar’ın duyduğu ses daha da beter. Mekanın her noktasında başka bir sound* var, ve hiç birisi olması gereken ya da en azından idare edecek soundlar değiller. Bir noktada güzel bir sound yakalasam, diyecem gidin sıraya geçin o noktadan dinleyin sırayla. Yok arkadaş. Ben böyle ilginç olay görmedim. Soundcheck sırasında gezerek dinliyorum grubu. Bir bakıyorum, çok bas. Sonra iki adım bile gitmeden bir anda değişiveriyor, her şey tizleşiyor. İleriden ilk kolondan sola dönüyorum, hop sadece gitar geliyor, biraz belki bas. Falan filan. Bu bir. İkincisi ise program süresince soundun acaip değişiyor olması. Bunun sebebinden emin değilim, kimsenin günahını almayayım ama bana öyle geliyor ki program ilerledikçe ya ana ses seviyesini ya da insanları (yani müşterileri) iyice hoplatıp bira içmeye teşvik etmek adına altyapı enstrümanlarının (perküsyon, gitar, bas) sesini yükseltiyorlar mikserdeki arkadaşlar. Sonucu anlatmak bile istemiyorum. Midem bulanıyor.

Araf’taki ana mikser 12 kanallı, biz ise yerine göre 16-17 kanala çıkan bir grubuz. Araf bar’ın bu duruma bulduğu çözüm nedir peki? Ana miksere tek kanal olarak bağlanan ve sahnenin içinde duran yeni bir mikser. Bu “çözüm”ün yaratabileceği sorunları sahne ile haşır neşir olanlar hemen tahmin edeceklerdir. Misal bu ek miksere akordeon, bas darbuka, vokal ve def bağlandığını ve vokalin kendini iyi duymak istediğini düşünün. Sizce tonmayster vokale bu olanağı sunabilir mi? Tabi ki hayır, çünkü bu saydığım dört enstrüman ana miksere tek kanal olarak girerler, monitör ayarları ana mikser üzerinden yapılır ve sonuçta herhangi bir monitörde bu enstrümanlardan birini arttırmak istediğinizde diğer üç enstrüman da aynı oranda artacaktır. Bu var ya gerçekten delilik. Çok acayip saçma. Buna sahne, bu mekana da performans mekanı diyen ya müzikten hiç (ama gerçekten hiç) anlamıyordur, ya da bu mekanın sahibidir, işletmecisidir.

Müzik değil Araf’ta cereyan eden hadise, ritmik bir gürültü eşliğinde dans ediyor insanlar. Nasıl katlanıyorlar bilmiyorum. Her Perşembe gecesi yastığa kafamı koyduğumda isyan eden dinleyicilerin hayalini kuruyorum. Herkes toplanmış bizi de arkalarına almışlar, Barış abi’nin karşısına dikilmişiz. Bu yaptığın ayıp, diye anlatıyoruz derdimizi. Seyirciler diyorlar ki ‘Biz bu adamların müziğini biliyoruz, potansiyellerini biliyoruz, çok daha iyisini yaptıklarını gördük. Bu ses sistemi bir kere bu adamlara ayıp.’ diyorlar. Sonra devam ediyorlar, ‘Bize de ayıp ediyorsun, sen bizi mal mı sandın? müzik mi şimdi bu?’ diye haykırıyorlar. Barış abi sonunda durumu anlıyor, ve hemen ertesi gün bir akustik mimar mı olur artık, işini bilen bir tonmayster ne gerekiyorsa buluyor. Gerekli değişiklikler yapılıyor.

Nerdeee bizde öyle seyirci. Çoğunuzun umurunda değil biliyorum. Gerçekten ritmik bir gürültü size yeterli geliyor. Neyin umrunuzda olduğunu da bilmiyorum. Tek sözüm şu; eğlenmek adına bu kalitesizliğe, gürültüye, tekene gibi darbuka sesine, dipsiz kuyulardan gelen boğuk vokallere, zangırdayan gitara, cayırdayan klarnete kemana tahammül ettiğinize ve bu müzisyen öğütücü çarka bir kaç tur da siz attırdığınıza göre, kusura bakmayın ama, sizde de var bir akılsızlık sanki. Bir düşünün derim ben. Beyin bedava. Lafım meclisten dışarı, olası one night standinize veya haftalık içip dağıtma rutininize altlık yaptığınız şey bizim gelecek hayallerimizin geçtiği yollardan biri. Ayıp değil mi? Gidip daha iyisini talep etsenize, elinize mi yapışacak, ağzınız mı çekecek? Sonra yine sevişirsiniz.

Belirtmek istediğim son bir nokta var. Araf’ın iç dekorasyonunu kaç kere değiştirdiğini saymadım sayamadım. Koltuğu, taburesi, barı, balkonu, tabanı, duvarları, aynaları defalarca değişti. Bütün bunlar son dört yıl içinde değişti. İnsanları canlı müzik ile mekana toplayan, eğlendiren bunun üzerinden prestij yapan ve iyi paralar kazanan ve gündüz saatleri dışında genellikle bildiğin karanlık olan bir bar iç dekorasyonuna yaptığı yatırımın yanından geçemeyecek derece küçük meblaları ses sistemine çok görüyor. Buradan ne anlamalıyız? Devam etmeye utanıyorum.

* Sound nedir arkadaş ya. Bir de bunu ‘seaaound’ diye yavşatarak söleyenler var. Töbe töbe bismillah. Başka bir sözcük bulalım şu sound yerine. Yok mu bir öneri bir fikir? Ağzım ekşidi valla.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Haymatlos'ta Cehennem Azabı

20 Ağustos cumartesi gecesi Cümbüş Cemaat ile Haymatlos’ta çaldık. Haymatlos iki yaşında bir performans mekanı. Bu bizim oradaki üçüncü konserimiz oldu. İlk konserimizde mekan henüz açılmıştı. Mekanın Sub-bassları ve kolonları fena değildi. İyi bir tonlama ile tatmin edici bir sonuç verebilirdi. Ama monitörlerin hepsi birbirine bağlıydı, yani sahne içinde 5-6 monitörün tamamından aynı ses gelmek zorundaydı. Vokal kendisini biraz daha iyi duymak istediğinde diğer tüm monitörlerde de vokal açılıyordu mesela. Böyle saçma bir durum vardı. İkinci konserimiz tam bir yıl sonra geçen yaz oldu. Kolonlarda herhangi bir yenilik yapılmamıştı ama monitörler birbirinden ayrılmış, farklı tonlanabilir hale getirilmişti. Buna da şükür dedik ve fakat sonuç yine berbat oldu. Müzisyenler çok iyi anlayacaktır, sahne içindeki duyum çalan için çok önemli bir faktördür. Bu duyuma bağlı olarak grubun enerjisi tavan yapabilir, ya da yerle bir olabilir. Kötü monitörler, ya da işini bilmeyen bir tonmayster çalanı, günlerce emek vererek hazırladığı işten soğutur. Tiksinerek çalmak kadar kötü bir şey olamaz herhalde bizim için.

Ve geçen cumartesi de üçüncü konserimizi verdik. Tam bir cehennemdi. Ölmeden yandık. Bir ara monitörümde darbukayı duymak istedim, olmadı. Zira monitörlerin nasıl bağlandığı tam bir muamma idi. Bizi tonlayan sevgili arkadaşımızın da olaydan haberi yoktu pek. O derece habersizdi ki, bütün enstrümanlar (çaldığım darbuka hariç) benim monitörümden çok yüksek ve rahatsız edici bir şekilde duyulabiliyordu ve bir türlü kapatamadık, kısamadık sesleri. En sonunda monitörün kablosunu çekip çıkartmak suretiyle iptaline karar verildi. Ben de civar monitörlerden gelen seslere dayanarak ne çaldığımı kestirmeye çalıştım, ama tuşe, nüans hak getire tabi. Nefret ettik, konsantre olamadık, hatalar yapmaya başladık, çok yorucu bir performanstı, çok aşağılık hissettik. Bu konuda bütün grup arkadaşlarım benzer hisler içinde. Öyle ki sondan bir önceki parçaya girdiğimizde konserimizin bitmek üzere olmasının çoşkusu öyle bir sardı ki hepimizi, bir anda o içten yanmalı sevinç ile öyle bir dağılıverdik ki toplayabilene aşk olsun. Dışarıdaki durum ise, sonradan kulağına güvendiğim insanlardan öğrendiğim kadarıyla şu sıfatları hak ediyor: dengesiz, aşırı tiz, kulak tırmalayan, yorucu.

Sözün özü şu; bence Haymatlos bir performans mekanı değildir. Ses sistemini yenilemekten falan bahsediyorlardı; bu bizim bu bahsi üçüncü (rakamla 3) duyuşumuzdu. A aa ne tesadüf değil mi? Tam da üçüncü konserimizde, allah allaaaah. Genişliği ve şekli ile iyi bir performans mekanı olmaya çok uygun bir yer olan Haymatlos, bir çok başka mekan gibi kesintisini/tasarrufunu sahneden yapıyor sanırım. Ne demişler, idrak aslanın ağzında.